Adım Adım İstanbul 3 'Edirnekapı - Balat - Eyüp'


"Adım Adım İstanbul" gezi yazısı dizimizin üçüncüsünü beğeninize sunuyorum. Daha önce de söylediğim gibi bu yazı dizisinin en büyük özelliği dünyanın en güzel şehri İstanbul'un belli bölgelerini yürüyerek gezebileceğiniz rotaları anlatmak. İşte bugün sizlerle o rotalardan Edirnekapı - Balat - Eyüp bölgesini gezeceğiz.

Bugünkü gezimizde bana lise arkadaşım sevgili Ece ZEYBEK eşlik edecek. Ece özellikle Kariye Müzesi'ni çok merak ettiği için bu geziyi birlikte yapma kararı verdik ve kendisiyle Topkapı'da buluştuk. 

 

Topkapı civarında İstanbul'un fethini anlatan Panoroma 1453 Fetih Müzesi'ni ve Fatih Sultan Mehmed'in fetih sonrasında İstanbul'a girdiği kapı Fetihkapı'yı gezebilirsiniz. Buraları daha önceki bir yazımda detaylı bir şekilde anlatmıştım. O yazıya buradan ulaşabilirsiniz.

Bizim bugün gezi programımız baya bir uzun olduğu ve daha önce buraları gezip anlattığımız için pas geçiyoruz fakat özellikle Panoroma 1453 Fetih Müzesi'ni görmenizi tavsiye ediyorum. 

Topkapı'dan Edirnekapı'ya Tramway ile geçiyoruz. Bu tramway yolculuğu 4 duraktan ibaret ve yaklaşım 10 dakika sürüyor. 

Edirnekapı

Edirnekapı, İstanbul'un kara surlarının kapılarından bir tanesidir. Edirne şehrine giden yola açılması bu kapıya Edirnekapı ismini vermiştir. Edirnekapı'dan içeri girdiğimizde sağ tarafta bizleri Mihrimah Sultan Camii karşılıyor. 

Mihrimah Sultan Camii (Edirnekapı)

 
 

Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan tarafından 1565 yılında Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. Dikdörtgen planlı yapının etrafında medrese, mektep, hamam ve türbeler bulunmaktadır. 

1999 İstanbul depreminde hasar gören camiye restorasyon yapılmıştır. Mimar Sinan'ın 3 yılda yaptığı caminin restorasyonu 11 yıl sürmüştür. 

 
 

Bir Aşk, İki Cami...

Rivayete göre Osmanlı döneminin en önemli mimarlarından Mimar Sinan, Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah Sultan'a aşıktır. 17 yaşındaki sultana gizli bir aşk ile bağlı olan Sinan, Mihrimah Sultan'ın isteği üzerine şehre 2 adet cami yapar. Birini Üsküdar mevkiine, diğerini ise gözlerden uzak olan bugünkü Edirnekapı'nın bulunduğu tepeye inşa eder. 

Mihrimah (Mihr-i-Mah) güneş ve ay demektir. Her yıl 21 Mart'ta güneş Mimar Sinan'ın yalnızlığını anlatan tek minareli Mihrimah Sultan Camii'nin ardında batarken, Üsküdar'daki iki minareli Mihrimah Sultan Camii'nin ardından ay doğmaktadır. Mihrimah Sultan'ın doğum günü 21 Mart'dır...

***

Mihrimah Sultan Camii sonrasında sırada Kariye Müzesi var. Cami'nin önündeki caddeden karşıya geçiyor ve ara sokakları geçerek Kariye Müzesi'ne ulaşıyoruz.

Kariye Müzesi



Kariye Müzesi'ni ilk gördüğümüzde dış cephesindeki restorasyon çalışmaları bizi biraz hayal kırıklığına uğratsa da daha sonra içeri girdiğimizdeki büyülü atmosfer her şeyi unutturdu. İç duvarlarındaki freskleri ile meşhur olan Kariye Müzesi'ne girer girmez Ece ile iş bölümü yaptık. Ece bana elimizdeki kaynaktan fresklerin anlamlarını okuyacak, ben ise tek tek fotoğraflarını çekecektim. Fakat müzenin giriş kapısının ilk 1 metresinde 30 dakika kaldığımızı ve içeride onlarda freskin olduğunu fark edince bu işi biraz daha hızlandırmamız gerektiğine karar verdik.

Tam bu sırada "ilk önce fotoğrafları çekelim sonra anlamlarını okuruz" teklifim ile Ece'ye karşı ikna kabiliyetimi kullanarak bütün günümüzü Kariye Müzesi içinde geçirmekten kurtulduk :)

Freskleri büyük bir dikkatle inceleyip fotoğraf çekerken Ece'nin yere yatmış şekilde tavandaki fresklerin fotoğrafını çekerken gördüm. Bu sırada müzenin güvenlik görevlisinin yanımıza gelip "yerlere yatmayın yerler soğuk üşütüp hasta olursunuz" demesi de yurdum insanının ne kadar sevimli olduğunu bir daha gösterdi. Başka ülkede olsak "yasak" der geçerlerdi.. Bu durumda en çok üzüldüğüm şey Ece'nin yerdeyken ki halinin fotoğrafını nasıl çekmedim ona yanıyorum.. :)



Kariye Müzesi Tarihi

Kariye (Chora) Kilisesi 534 yılında manastır olarak Justinianus döneminde Aziz Teodius tarafından yapılmıştır. Tarih boyunca birçok defa onarım görmüştür.

Yapının önemi, Bizans İmparatorluğu'nun imparatorluk sarayı ve idare merkezinin Haliç kıyısında surlara yakın bir yerde konumlandırılmış olan Blackhernai Sarayı'na (Tekfur Sarayı) taşınmasıyla artmıştır. Kariye Kilisesi, İstanbul'un fethinden 58 yıl sonra 1511 yılında kiliseden cami'ye çevrilen yapı Kariye Camii olarak anılmıştır. Bu dönüştürme sırasında yapının içerisindeki freskler ve mozaikler sıvalar ile kapanmıştır.

1948-1958 yılları arasında Amerikan Bizans Estitüsü'nün yaptığı çalışmalar sonunda bütün mozaik ve freskler ortaya çıkarılmış, yapı 1956 yılında müzeye çevrilerek Kariye Müzesi olarak anılmaya başlanmıştır.

"Kariye" Eski Yunanca'da kırsal bölge ya da kent dışı anlamına gelmektedir. Kariye Müzesi içerisindeki mozaik ve freskler XIV.yüzyılın en güzel örneklerindendir. Hz.İsa ve Hz.Meryem'in hayatlarına dair birçok sahneler yer almaktadır.

 
 
 

Kariye Müzesi Ziyaret Gün ve Saatleri : Kariye Müzesi haftanın her günü 09:00-16:30 (kış) 09:00-19:00 saatleri arasında ziyaret edilebilir.

Kariye Müzesi Giriş Ücretleri : Kariye Müzesi giriş ücreti 15 TL'dir. Müzekart geçerlidir

Tekfur Sarayı

Kariye Müzesi'nden çıktığımızda sur dibinden yaklaşık 10 dakika kadar ilerlediğimizde az önce de belirttiğimiz Tekfur Sarayı'na (Blakhernai Sarayı) varıyoruz. Buranın tam yapım tarihi kesin olarak bilinememekle birlikte büyük sarayın çok küçük bir kısmı günümüze ulaşabilmiştir.

 

İstanbul'un Fethi sonrasında sur dışında kalan saray 17.yüzyıla kadar atıl durumda kalmıştır. 17.yüzyılın sonlarında Tekfur Sarayı hayvanat bahçesi olarak kullanılmıştır. Hatta İstanbul'a gezgin olarak gelen John Sanderson'un anlattığına göre kendinden 40 yıl önce buraya gelen Ogier Ghiselin de Busbecq, buradaki hayvanat bahçesinde bulunan bir zürafayı görmek istemiş fakat birkaç ün önce öldüğünden dolayı daha önce dünyada hiç bir ülkede görmediği bu canlıyı görmek ve merakını gidermek için zürafanın mezarını kazdırarak merakını gidermiştir.

18.yüzyılın başlarında seramik atölyesi olarak kullanılan saray, 19.yüzyılıda cam ve cam ürünleri imalathanesine dönüştürülmüştür. Dünyaca ünlü Kaşıkçı Elması'da Tekfur Sarayı'nın çöplüğünde bulunmuştur.

 

Tekfur Sarayı'na ilk geldiğimizde bizleri küçük bir park karşılıyor. Bu parkın hemen yanında bulunan boş alan ise günümüzde otopark olarak kullanılıyor.

 
 

Tekfur Sarayı'nın yanındaki parkta Ece ile biraz dinlenirken yaşlı bir amca geliyor ve oradaki kuşlara ekmek atıyor. Amcamız ile konuştuğumuzda her gün buraya gelip kuşlara ekmek verdiğini öğreniyoruz. Böyle güzel insanlar hepimize örnek olmalı...




Tekfursaray Hançerli Panayia Kilisesi

Tekfur Sarayı'nın hemen yakınında bulunan Hançerli Panayla Kilisesi 19.yüzyıldan kalma küçük bir Rum Ortodoks kilisesidir. Kilise halka açık değildir. İçerisinde Antakya'lı bir ailenin yaşayıp kiliseye sahip çıktığını öğrendiğimiz bu küçük kilisenin sadece fotoğrafını çekmekle yetiniyoruz.



Molla Aşki Camii

Fener-Balat mevkiine doğru inen sokaklardan geçerken sıradaki durağımız Molla Aşkı Camii oluyor. Fatih devri bilgin, şair ve devlet adamı Aşki Mehmet Efendi tarafından yaptırılmıştır.

 
 

Molla Aşki Teras Cafe

Molla Aşki Camii'ni geçtiğimizde yokuşun hemen sol tarafında Molla Aşki Teras Cafe & Kültür Parkı bulunuyor. Burası bir dönem çok popüler olan Ezel dizisi ve İncir Reçeli kahvaltı sahnesi çekimleriyle ünlenmiş güzel bir Haliç manzarasıyla ünlü bir işletme.

 

Biraz dinleniriz, güzel manzarasında yorgunluk atarken bir şeyler atıştırırız diye gelmeyi önceden planladığımız bu cafeye girerken ilk olarak kapıdaki "Müşteri Olmayan Giremez" yazısı ile irkiliyoruz.

Bu yazıyı bir işletmeci esprisi olarak anlamak isteyerek devam ediyoruz. Cafe'nin içerisinde yer alan ve üzerinde "Ebru Galerisi", "Mey Evi" ve "Resim Galerisi" yazar şirin evcikleri gördüğümüzde bi hayli ilgimizi çekiyor fakat içlerine baktığımızda sanattan eser olmadığını görüp hayal kırıklığına uğruyoruz.



Aslında genelde işletmeler hakkında kötü yorum yapmayı pek sevmem ama burada şişirip şişirip gittiğinizde size mahcup olmayı da istemem. Evet manzara çok güzel! Aşağıda Balat, Fener, Haliç.. karşıda Galata... İstanbul ayaklarınızın altında...

Fakat işletmecilik diye bir şey yok!

Böyle güzel bir manzarada buranın bu kadar kötü işletilmesi çok üzücü. İşletme sahibi ve garsonlar çok kaba ve yüzlerinden düşen bin parça... Bir çay içelim diyoruz bardaklar lekeli ve hatta ruj izleri var... Dedik haydi bari bir şeyler atıştıralım ayıptır söylemesi patates tabağı söylüyoruz vasat...

Neyse ki güzel bir manzara var da bu olumsuzlukları görebildiğimiz kadar görmezden geliyoruz...



O kapıdaki "müşteri olmayan giremez" yazısını böylece yaşananlarla birleştiriyoruz ve arkamıza bakmadan buradan uzaklaşıyoruz. Burası en fazla bir çay içip yola devam edilmelik bir mekan Maalesef!

***

Buradan sonra yokuşlu sokakları inmeye başlıyoruz ve bunu yaparken önceden belirlediğimiz güzergahtan çıkmamamız gerekiyor. Zira yokuş inme olayında biraz gaza gelmemiz durumunda o yokuşu tekrar geri çıkma durumunda kalabiliriz. 

Bu esnada biz teknolojinin nimetlerinden faydalanarak sıradaki durağımız olan Fetihiye Camii'ni navigasyon yardımıyla buluyoruz.


Fethiye Camii

Bu yapı 13.yüzyılda ilk olarak Bizans'ın ileri gelenlerinden Mihail Glabas Tarkaniotes tarafından kilise olarak inşa edilmiştir. Bizans dönemindeki asıl ismi Pammakaristos Manastırı idi. 1453'te İstanbul'un Fethi sonrasında patrikhane olarak kullanılmıştır. 1601 yılında camiye dönüştürülerek ibadete açılmıştır.



Fatih Camii, camiye dönüştürüldükten sonra kilisenin apsis kısmı yıkılarak yerine kıble yönüne uygun bir mihrab yapılmış ve bir minare ve medrese inşa edilmiştir. Cumhuriyet döneminde müzeye dönüştürülmüş, 1955 yılında Kariye Müzesi'nde olduğu gibi Amerikan Bizans Enstitüsü tarafından yapılan çalışmalar sonucu içerisindeki mozaik ve freskler ortaya çıkarılmıştır.

1960 yılında yeniden cami olarak ibadete açılmıştır. Dış dıvarlarındaki tuğlalarda ve içindeki mozaiklerde Grekçe yazılar göze çarpar.



Balat-Fener bölgesinde sokaklarda gezerken burada camilerin ve kiliselerin iç içe olduğunu göreceksiniz. İstanbul şehrinin her dinden, dilden ve ırktan insanlarının yaşadığı kozmopolit semtlerinden olan Fener'de bir sokakta cami görürken, diğer sokağında bir kiliseye rastlayabilirsiniz. Sıradaki durağımız Mesnevihane Camii...

Mesnevihane Camii

Mesnevihane Camii, 1844 yılında Nakşibendi tarikatına mensup Şeyh Mehmet Murat Efendi tarafından tekke olarak yaptırılmıştır. Yapılış amacı Mevlana hazretlerinin Mesnevi'sini okutmak, bu eser sayesinde tasavvuf ilmini ve Farsça'yı öğretmektir. İlk mezunlarını veren Mevlevihane'nin töreninde dönemin padişahı Abdulmecid'te bulunmuştur.

Dönem dönem Şeyh Mehmet Murat Efendi Camii ve Darülmesnevi Tekkesi olarak da anılmıştır. Tekke de mescit, tevhidhane, kütüphane, derviş hücreleri, şadırvan, selamlık dairesi bölümleri bulunmaktaydı.



1925 yılında tekkelerin kapatılmasıyla birlikte özgün kullanımını yitirmiş ve harap olmaya başlamıştır. Tevhidhane, selamlık, derviş hücreleri ve kütüphane bölümleri yıkılıp günümüzde cami olarak kullanılmaktadır.

Caminin içerisinde 1848 yılında vefat eden Şeyh Mehmet Murat Efendi'nin türbesi de yer almaktadır.

Mesnevihane Camii'nin yakın dönemdeki restorasyonu çok tartışılmıştır. Restorasyonun aslına uygun yapılmaması ve düz bir boya kullanılarak restorasyonun tabir-i caizse geçiştirilmesiyle birlikte ülkemizdeki bir restorasyon rezaletine daha imza atılmıştır.


Fener bölgesinin en görkemli ve en meşhur görkemli kırmızı binasına geliyor sıra Fener Rum Erkek Lisesi...

Özel Fener Rum Lisesi



Özel Fener Rum Lisesi İstanbul'da faaliyet gösteren sayılı rum okullarından biridir. Yapısı, heybeti ve manzarasıyla İstanbul'un gözde binalarındandır. Fener Rum Patrikhanesi'nin arkasında Sancaklar Yokuşu'nda bulunan okul Fransa'nın Marsilya şehrinden getirilen kırmızı tuğlalardan yapıldığı için halk arasında "kırmızı okul" olarak da bilinir.

1454 yılında yaptırılan bu okul "Patrikhane Akademisi", "Rum Mekteb-i Kebiri" isimleriyle de anıldı ve Osmanlı döneminde bu rum eğitim kurumuna büyük olanaklar sağlandı.



Biz Ece ile bu binaya elimizi kolumuzu sallaya sallaya gireriz diye düşünürsek ana giriş kapısının kapalı olduğunu gördük. Tam pes ediyorduk ki son bir gayretle binanın etrafını tavaf edelim dedik. Bu esnada binanın yan tarafındaki girişi buluverdik.

Bu küçük kapalı kapıdaki zile basıp basmamak konusundaki kararsızlığımıza Ece son verdi. Ben o kapının açılacağından çok ümitsiz bir şekilde beklerken arkadan "Kim O?" diye bir soru geldi. Bunun üzerine Ece'nin verdiği "Biziz" cevabı da bir o kadar daha anlamlıydı... :)

Kapıyı bize okul görevlisinin kızı açtı. O da bu okulun mezunuymuş. Rica edip okulun bahçesine girerek yapıya daha yakından bakma şansı bulduk. Hatta okulun bahçesinde bulduğum basketbol topu ile basket bile oynadım o derece :)



Bu esnada okulun görevlisi İsa abi okulun içerisine de girebileceğimizi söyledi. Buna çok sevinen Ece İsa abiye "acaba okulun içi de mi kırmızı?" sorusunu sordu... Bu soruya "Yok ece içerisi maviymiş" diye tam Ece ile dalga geçmiştim ki okulun içerisinin Beyaz olduğunu gördük...

Burada Ece'den bir defa daha özür diliyorum... :)



Böyle bir manzarası olan okulda okusaydım mezun olup olmamayı çok düşünürdüm herhalde.. Bu arada biz manzarayı seyrederken aşağıda okulun girişini arayan 8 kişilik arkadaş grubu "acaba oraya nasıl çıktınız" diye sorunca onlara "valla bizde bilmiyoruz" cevabını verdiğim için hala vicdan azabı duyuyorum...

Not : Bu arada bu büyük kırmızı bina ile ilgili çok yanlış bir algı da var. Birçok insan burayı gösterişinden dolayı Fener Rum Patrikhanesi sanıyor fakat burası sadece bir Rum okulu. Fener Rum Patrikhanesi'ne birazdan gideceğiz...

Okulun sağındaki yokuştan aşağıya doğru indiğimizde tipik Balat evleri arasından geçerek sahile doğru iniyoruz. Burada çok güzel ve marjinal cafeler mevcut. Ayrıca bu bölgede birçok sinema ve dizi filmi çekildi ve hala da çekilmekte...


 
 

Sahile indiğimizde sağda biraz ileride sahil yoluna paralel bir arka sokağa giriyoruz ve Fener Rum Patrikhanesi'ne geliyoruz.


Fener Rum Ortodoks Patrikhanesi (Ayios Yeoryios Manastırı)

Burası geçmişteki Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkentinde bulunan ve halen bugünkü Ordodoks kiliselerinin ana kilisesi olma özelliğini taşıyan yerdir. Buranın patriği Ekümenik Patrik sıfatını taşımaktadır. Bu sıfat Doğu Ortodoks piskoposları arasında "Primus Inter Pares" yani "eşitlerin birincisi" anlamına gelmektedir. Papa'nın aksine tamimiyle özerk olan otosefal kiliselere müdahale etmez. Buna rağmen dünyadaki yaklaşık 300 milyon Ortodoks Hristiyan'ın temsilcisi ve dini lideri olarak görülür.

Bu önemli Patrikhane İstanbul'da birkaç defa yer değiştirdikten sonra 1602 yılında Ayios Yeoryios Manastırı'na yerleştirilmiş ve bu tarih itibariyle faaliyetlerini burada sürdürmüştür. Hizmet binasının 1941'de yanması üzerine 1991 yılında tamamlanan onarım çalışmaları ile halen faaliyetini sürdürmektedir.



Patrikhane'ye geldiğimizde bizleri ilk yüksek duvarlar karşılıyor. Daha sonra merdivenler ile yukarı doğru çıkıyoruz...

 

Bu merdivenlerin yukarısında 3 adet kapı bulunuyor ve tam karşımızdaki kapıya "Kin Kapısı" deniliyor. Bu kapı sürekli kapalı tutuluyormuş ve bir hikayesi de varmış.

Rivayete göre; Sultan II.Mahmud döneminde 1821'de Osmanlı'ya karşı Mora İsyanı başlar. O sırada Patrik olan V.Gregorius'un bu isyana destek verdiği ve Osmanlı'ya ihanet ettiği belgeler ile ortaya çıkar. Patrik V.Gregorius yargılanır ve suçlu bulunarak bu Patrikhane kapısının önünde idam edilir. Aynı gece toplanan patrikhane yetkilileri bu kapının önünde bir Türk devlet veya din adamı asılana kadar, kapının kapalı tutulmasına karar verirler. Bu kapı Cumhuriyet dönemine kadar zincirlenmiş olarak tutulurdu ve günümüzde ise zincir bulunmamaktadır.

Patrikhane'ye ise soldaki kapıdan giriliyor. Bu kapıdan önce bahçeye sonra da kilisenin ilk girişi olan camekanlı bölüme giriliyor.

 
 

Patrikhane'nin içi de çok ihtişamlı. Duvarlardaki altın kaplama dekorlar, freskler, mozaikler ve birçok detaya karşı hayran kalmamak mümkün değil...

 
 
 

Ve tabiki dilek mumları.. Özellikle büyük kiliselerde bulunan mum yakarak dilek dileme adeti burada da geçerli...

 

Fener Rum Patrikhanesi'nden çıkıp sahil yolundan Eyüp yönüne doğru devam ederken sahildeki St.Stephan Bulgar Kilisesi'nden bahsetmeden de olmaz...

Sveti Stephan Bulgar Kilisesi

Bu kiliseyi diğer tüm kiliselerden ayıran en ilginç özelliği tamamıyla demirden ve prefabrik (taşınabilir) şekilde yapılan bir yapı olmasıdır. Bu özelliği ile İstanbul'da tektir ve halk arasında "Demir Kilise" olarak da bilinmektedir.

Kilisenin restorasyonu devam etmektedir ve cemaati yoktur. Haliç sahil kıyısında ihtişamlı ama yalnız bir yapıdır.

 

***

Edirnekapı-Fener-Balat rotasındaki gezimizin (yazımızın) başından beri cami ve kiliseden başka bir şey neredeyse anlatmadık farkındayım. Müslüman ve Hristiyan sentezinin en iyi örneklerinden olan bir bölgeyi gezmekteyiz, bu yüzdendir ki her biri önemli ve değerlidir.

Ama bu sefer sizi biraz da farklı bir yerlere götürüyoruz. Hani şu balığın en büyük dostu ve yanında bazı mezeler ile çok iyi giden, su katılınca beyaz renkli hoş sıvıya dönüşen olay var ya.. Dostlarınız ile sohbet sırasında arkadan çalan şarkılar vardır ya hani.. Anladınız değil mi ortamı? :)

Bir şarkı çalar...

Burası Agora Meyhanesi,
Burda yaşar aşkların en divanesi, en şahanesi...

Bu gece benim gecem,
Bu gece bizim gecemiz...
Cama vuran her damlada,
Seni hatırlıyorum
Ve sana susuzluğumu...

Agora Meyhanesi

126 yıllık tarihiyle filmlere, şarkılara konu olan Agora Meyhanesi burası... İçeriye girer girmez bambaşka bir dünyaya giriyorsunuz sanki. O nostaljik mekanın her köşesinde farklı anıların yaşandığını hissedebiliyorsunuz.



Agora Meyhanesi'nin ilk sahibi Hristo Usta, Atina'ya yerleşme kararı alınca burası uzun yıllar kapalı kalmış. Bugünkü sahibi Ersin Kalkan ise Hristo Usta'nın kalfasıymış, ondan öğrenmiş işi. Buranın işletmesini yürüten ve restorasyonunu yapan da yakından tanıdığımız yönetmen Ezel AKAY. Rum ve Ermeni yemeklerini doyasıya tadabileceğiniz bu ünlü mekan küllerinden yeniden doğmuş. Pazartesi günleri hariç hergün buraya gelen müşterilerini ağırlamaya hazır...

Meyhanenin içerisinde farklı konseptlerle hazırlanmış farklı bölümler mevcut. Her köşesi ayrı güzellikte dekore edilmiş mükemmel bir mekan burası. Bir giriş kapısı Balat Çıfıt Çarşısı'na bakarken, diğer bir giriş kapısı ise Balat Sahiline açılıyor.

 
 
 

Agora Meyhanesi'nin büyüsünden çıkmak zor olsa da Balat sahilindeki yürüyüşümüze devam ediyoruz. Ama yapılacaklar listesine "burada bir rakı içilecek" notumu düşmeyi de ihmal etmiyorum...

***

Balat'tan Eyüp yönüne doğru gidiyoruz artık. Siz burada sahil hattı boyunca çalışan otobüslerle de Eyüp'e ulaşabilirsiniz ama bir biraz da yazının konseptine uymak için yürümeyi tercih ediyoruz. Bu esnada pili yavaş yavaş tükenen arkadaşım Ece, sırt çantasını bana vererek fazla yüklenirden kurtuluyor... Ben ise bitmek tükenmek bilmeyen enerjimle ve sırtımda sonradan eklenmiş bir ağırlık ile yine de halimden memnunum.. :)



Yaklaşık 20 dakika süren yürüyüşümüzün sonrasında Eyüp Sultan Camii'ne ulaşıyoruz.


Eyüp Sultan Camii

Burası üyük bir cami olmasının ötesinde kutsal bir ziyaret yeridir. Halid Bin Zeyd Ebu Eyyüb el-Ensari (Türkçe'de Eyüp Sultan) olarak anılan en büyük Sahabe'den biridir. Sahabe, Hz.Muhammed efendimizi görmüş, onunla konuşmuş, arkadaşlık etmiş ve ona inanmış insanlara verilen addır. Eyüp Sultan, Hz.Muhammed'i Mekke'den Medine'ye göç ettiği zaman evinde ilk misafir eden sahabi'dir. Daha sonra 90'lı yaşlarında İstanbul'un Arap kuşatması sırasında şehit olmuştur. Vasiyeti üzerine İstanbul surlarının dibine gömüldüğü rivayet edilir.

İstanbul'un Fethi sonrasında Akşemseddin manevi keşif yoluyla mezarını bulur. Bu mezar türbeye çevrilmiş ve Eyüp Sultan adında büyük bir cami inşa edilmiştir. Ayrıca bu semte de Eyüp adı verilmiştir.

1458 yılında Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan cami defalarca onarım görmüştür. Daha önce kısa olan minareleri 1733 yılında uzatılmıştır. Cami'nin dış kısmında bir şadırvan, avlu kısmında ise asırlık bir çınar bulunur.

 
 
 

Eyüp Sultan Camii'nin yan kısmındaki sokaktan ilerlediğimizde Eyüp Mezarlığı'na ulaşırız.

Eyüp Sultan Mezarlığı

Burası çok bilinen ve İstanbul şehrinin en büyük mezarlıklarından biridir. Halkın Ebu Eyub el-Ensari'ye yakın bir yere gömülme isteğiyle mezarlığa dönüşmüştür ve giderek büyümüştür. Burada padişahlar, sadrazamlar, şeyhülislamlar, vezirler, kumandanlar, hanım sultanlar, saray mensupları, din, tasavvuf, fikir, sanat, ilim ve bilim adamları, şairler ve halktan kişiler yatmaktadır.



Eyüp Mezarlığı, Haliç manzarası karşısında ünlü Pierre Loti Tepesi boyunca uzanmaktadır. Bir merdiven ile başlayan paket taşlı bir yokuş ile mezarlık içerisindeki yoldan Pierre Loti Tepesi'ne çıkılır. Bu yol boyunca mezarlık içerisinde hayata dair birçok güzel sözler içeren tabelalar bulunuyor. Bu sözlerin hepsi "hayat çok güzel ama kardeşim 'ölüm' denen bir gerçek de var" temalı sözler...




Şu mezarlığın manzarasına bir bakar mısınız...



Eyüp mezarlığından yaklaşık 5-6 dakikalık bir yürüyüş sonrasında Pierre Loti Tepesi'ne ulaşıyoruz. Bu tepeye iniş çıkış için Teleferik ulaşımını da kullanabilirsiniz.



Pierre Loti Tepesi, bugünkü gezimizin son noktası oluyor. Yine adım adım gezdiğimiz yorucu bir rotanın daha sonuna geliyoruz.

Pierre Loti Tepesi

Ünlü Fransız roman yazarı Julien Viaud'un 1876 yılında İstanbul'a yerleşip bu tepedeki kıraathane'ye sık sık gelmesiyle ismini almıştır. "Pierre Loti" Julien Viaud'a verilen takma bir isimdir. Tarihi dokusu ve manzarasıyla ün yapan bu tepe bir çok dizi, film ve kliplere ev sahipliği yapmış şiirlere, şarkılara konu olmuştur.

Tarihi dokusuna özen gösterilen tepenin ün yapmasıyla turistlerin de uğrak noktası haline gelmiştir. Günümüzde bu tepede açılan otantik cafe, restoran ve butik oteller ile bölgedeki turizm faaliyetleri canlandırılmıştır.


Burada oturup bir çay ya da Türk kahvesi içmek çok keyifli. İstanbul'un gezilecek yerler listesinin üst sıralarında olması gereken bir yer burası. Biz de Ece ile burada bir çay keyfi yapıp günün yorgunluğunu atıyoruz.


Pierre Loti Tepesi'nin manzarasının, çayının, kahvesinin yanı sıra Çubukta Patates'i meşhurmuş. Bildiğin tam patatesi çubuğa geçiriyorlar, bir makineye sokup değişik bir şekilde keserek çubuğa yayıyorlar. Üzerine baharatları da döktün mü misss... :)



Muhteşem oluyor kesinlikle tavsiye ederim.. İlk başta 3 dakika elimde tutup "ben bunu nasıl yiyeceğim" diye düşündükten sonra güzel bir Pierre Loti manzarası eşliğinde yiyorum çubukta patatesimi...



Pierre Loti Tepesi'nden Sevgilerle...

Edirnekapı - Balat- Eyüp Gezisi Rotası (7 Km)

Caner ÇELİK
31.03.2016

Fotoğraflar :  Caner ÇELİK

Bu Yazılar da İlginizi Çekebilir
 İSTANBUL - Kabataş & Beşiktaş & Ortaköykadikoy-moda-gezilecek-yerler
----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Yazı hakkındaki fikir ve görüşlerinizi yazının altına yorum yaparak paylaşırsanız çok sevinirim. Ayrıca bölgeye gezi planı yapacaklar sorularını paylaşabilirler. Elimden geldiğince yardımcı olmaktan zevk duyarım.

Gezilerim sırasında anlık paylaşımlarımı yazılardan önce İnstagram'dan yapıyorum. Dilerseniz sosyal medya hesaplarımdan paylaşımlarımı takip edebilirsiniz.

Bu yazıda Edirnekapı Gezi Rehberi, Edirnekapı Gezilecek Yerler, Edirnekapı Görülecek Yerler, Edirnekapı Gezi Notları, Mihrimah Sultan Camii, Mihrimah Sultan Camii Tarihi, Mihrimah Sultan Camii Nerede, Kariye Müzesi, Kariye Müzesi Gezi Notları, Kariye Müzesi Nerede, Kariye Müzesi Nasıl Gidilir, Tekfur Sarayı Nerede, Tekfur Sarayı Tarihi, Tekfur Sarayı Gezi Notları, Balat Gezi Rehberi, Balat Gezilecek Yerler, Balat Görülecek Yerler, Balat Gezisi, Balat Tarihi Yerler, Balat Kiliseleri, Balat Camileri, Balat Sahili Gezisi, Eyüp Gezilecek Yerler, Eyüp Gezi Notları, Eyüp Tarihi Yerler, Eyüp Gezi Rehberi, Pierre Loti Nerede, Pierre Loti Nasıl Gidilir, Pierre Loti Rehberi  konularına yer verdik. Umarım beğenmişsinizdir. 
Lütfen yazıya yorum yapınız ve eğer beğendiyseniz paylaşınız. Teşekkürler :)

Sosyal Medya Takip
   
Bu Yazıyı Paylaş:  Facebook Twitter Google+

1 yorum:

  1. muhteşem bir gezi olmuş...ayrıntılarla dolu anlatımın da harika... özellikle balat rum okulunun önünde zili çalıp biziz demeniz de süper olmuş :) gezilere devam :)

    YanıtlaSil

En Çok Okunanlar