Doğa Yürüyüşleri ve Kamplar

Doğa ile başbaşa maceralar...

Şehir ve Kültür Gezileri

Şehirlerin tarihi ve kültürel dokusunda gezinmeceler...

Aktivite Gezileri

Eğlenceli ve adrenalinli aktiviteler...

Tarihi Geziler

Tarih kokan bölgelerde ve mekanlarda keşifler...

Sosyal Aktiviteler ve Etkinlikler

Turnuvalar, Spor etkinlikleri, fuarlar, seminerler ve buluşmalar...

Hayatın İçinden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Hayatın İçinden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Ülkelerin Farklı Kahvaltı Kültürleri ve Alışkanlıkları

Ulkelerin-Farkli-Kahvalti-Kulturleri

Kahvaltı biz Türkler için günün en önemli öğünüdür. Hatta bir öğünden de öte bir kültürel özellik haline gelmiştir Türk Kahvaltısı. Güne güzel bir kahvaltı ile başlamak geleneksel bir zevkimizdir. Bu "Zengin Türk Kahvaltısı" kültürü Anadolu'da halen devam etse de şehir hayatında genelde geçiştirici kahvaltı düzeni hayatlarımiza girmeye başladı maalesef... 
Bu Yazıyı Paylaş:  Facebook Twitter Google+

İsminiz Telefon Rehberlerine Nasıl Kaydedildi? Cevap: GetContact


Hep gezi yazısı yazacak değiliz ya.. Biraz da güncel konulara el atalım dedim :) Son günlerde çok popüler olan GetContact programı yeni bir trend yaratarak insanların sizi telefon rehberine nasıl kaydedildiğini öğrenme imkanı sağlıyor. Tabi biz meraklı bir millet olduğumuz için seviyoruz da böyle işleri... :)
Bu Yazıyı Paylaş:  Facebook Twitter Google+

Samatya'da Bir Sahaf...

                               

Samatya'da 5 dilde (Türkçe, Kürtçe, Ermenice, Rumca ve İngilizce) tabelası olan bir sahaf. Sahibinin adı Devrim, görme engelli. Eskişehir'den Ankara'ya, oradan da İstanbul'a uzanan bir hikayesi var. ODTÜ mezunu ve gezi eylemlerine katıldığı için işinden olmuş, sonra da bir sahaf açmış. Dükkanında gözleriyle okuyamadığı ama ruhuyla ezberlediği 1500 civarında kitap var. Üstelik hepsinin yerini ezbere biliyor..


Bugün tanıştık Devrim ile.. Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine uğradım dükkanına. Üstelik bize çok yakınmış, komşuymuşuz meğer. Ufacık dükkanında kitapları ve kedileri en iyi dostları.. Bir de dükkanında kendisine yardımcı olması için 2 bayan çalışıyor. Üstelik bu çalışma karşılığı para değil kitap alıyorlarmış. Ne kadar da güzel değil mi..

Son derece keyifli bir sohbeti olan çok güzel bir insan Devrim. Aldığı röportaj ve hatta reklam tekliflerinden konuştuk biraz. Biraz da yaptığı gezilerden bahsetti. O da benim gibi Ege aşığı. Çok gezmiş ege kıyılarını. Bugün bir güzel dost daha edindik hayatımızda. Yolum düştüğü sürece sürekli dükkanına uğrayıp sohbet etme sözüyle ayrıldık dükkanından..

Son günlerde sosyal medya'da yapılan paylaşımlar sayesinde neyse ki yoğun bir ilgi olmuş. Dükkanına gelen herkesle yakından ilgileniyor, sohbet ediyor. Yeni dostlar kazanıyor. Kötü giden ve defalarca kapatma eşiğine dükkanı bugünlerde adeta doluyor taşıyor. Yolunuz düşerse siz de Devrim'le tanışıp bir kitap alsanız ya..

Yeri : Samatya Surp Kevok Kilisesi karşısında.
Cumartesi günleri hariç her gün saat 11.00-23.00 arasında açık bulabilirsiniz.

                                 


Sevgilerle..
Caner ÇELİK
10.12.2015


-----------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Bu yazıda Devrim Tarım, Samatya sahaf, Samatya sahaf devrim, Samatya kitapçı devrim, Samatya sahafları, samatyada görme engelli sahaf, samatya da görme engelli kitapçı konularına yer verdik. Umarım beğenmişsinizdir. 
Lütfen yazıya yorum yapınız ve eğer beğendiyseniz paylaşınız. Teşekkürler :)
Bu Yazıyı Paylaş:  Facebook Twitter Google+

Keşke Hep Çocuk Kalsaydık


Hepimiz çocuktuk bir zamanlar.. Üzerinden yıllar geçti ve sık sık kullandık şu cümleyi
"Keşke hep çocuk kalsaydık"...

Bizim çocukluğumuz güzeldi be.. Büyüdükçe farkına varıyorum aslında bunun, çocukken anlayamamışım pek.. Mesela biz çocukken arkadaşlarla mahalle maçları yapardık. Şimdi ki çocuklar futbolu bilgisayarlarda oynuyor. Aynı tadı verir mi? Tabiki "Hayır"...

Bizim zamanımızda sokaklarda top oynayan çocuklar vardı, şimdi sokaklar, caddeler bomboş.. Artık çocuklar internet denen sahte dünyanın içinde yaşıyorlar..

Dedim ya biz çocukken mahalle maçları yapardık.

Kurallarımız basitti.. 3 kornerden 1 penaltı atardık.. Ofsayt yoktu ama gol atan kazanırdı, Biz gol yersek kaleden çıkardık ya da gol atınca kaleye geçerdik...

Herkes kendini bir Pele, bir Maradona, Aykut, Rıdvan, Tanju zanneder; hatta maç esnasında top ayağında iken spiker gibi hareketlerini anlatan tipler de olurdu…

Topumuz her seferinde komşunun bahçesine kaçar ve genellikle patlak bir top düşerdi önümüze. Ah Zekiye teyze, rahmetli Şerife teyze neler çektin bizden..

Biz Sokakların Çocuğuyduk...

Futbol sahalarımız sokaklardı.. Saha çizgilerimiz kaldırımlar, kalelerimiz üstüste koyulmuş taşlardı.. 

Frikiklerde baraj mesafesi, frikiği kullanacak olan kişinin koca bir zıplayışının akabinde 3 koca adım atmasıyla belirlenirdi... Büyük atılan adıma karşılık olarak rakip takım "sen babandan dayak yemeye böyle mi gidiyon?" diyerek ortalığı kızıştırırdı.

Bazen top insanın pek münasip olmayan bir tarafına gelir, herkesten şu ses duyulurdu: "İşe işe!" Uygun bir araziye def-i hacet yapıldıktan sonra maça devam edilirdi.

Bizim mahalle maçlarımız 90 dakika ile sınırlı değildi.. Akşam ezanına kadar sürer, hava kararana kadar devam ederdi.. Annelerden birisi balkondan "Ercaaann hadi eve gel artık hava karardı" "Cemiiilll hadi oğlum baban gelmek üzere" diye bağırınca sona ererdi.. Bazen de bir cam sesi maçı aniden bitirebilirdi…

Skor ne olursa olsun akşam saati yaklaştığında "Golü atan kazanır" kuralı işlerdi. Topu patlatan parasını öder, patlak top ikiye kesilip kafaya takılırdı.

Bir de 16-17 yaşlarına doğru zorunlu jübile yapılırdı; “Oğlum çoluk-çocuklarla oynama” diyerek hava atılırdı. Aslında mahalle maçlarında tek bir kural vardı:

“O da hiçbir kuralın geçerli olmadığı!”
 Bizim çocukluğumuzda önemli olan top peşinde koşmaktı. Çocukluğumuzdaki mahalle maçlarında olduğu gibi.. Top neredeyse herkes orada..


Güzel günlerdi be.. Kendi aramızda ligler yapar, kartondan kupalarla kendimizi motive ederdik.. Her akşamın sonunda kendimizi ertesi güne hazırlardık.. Okuldan gelir gelmez tekrar sokağa..

Biz de "Fifa"lar, "Winning Eleven"lar, "Pes"lerle oynadık zamanında ama sokağın tadı başkaydı.. Şimdi ise geçmişte güzel anılar olarak aklımızda kaldı sokaklar..

Şimdi bunlar kalmadı.. Sokaklar boş.. 

Biz sokakları özlüyoruz, sokaklar da bizi...

Caner ÇELİK
Bu Yazıyı Paylaş:  Facebook Twitter Google+

Dünya 100 Kişilik Bir Köy Olsaydı

Dünya nüfusunu mevcut halkların nispetlerini muhafaza ederek 100 kişilik bir köy kadar küçültebilseydik bu köy şöyle olacaktı...

57 Asyalı, 21 Avrupalı, 14 Amerikalı ve 8 Afrikalı...

Bunların 52'si kadın, 48'i Erkek olacaktı...

30 Beyaz, 70 Beyaz olmayan...

30 Hristiyan, 70 Hristiyan olmayan...

89 Heteroseksüel, 11 Homoseksüel...

6 Kişi bütün servetin %59'una sahip olacaktı ve bunların hepsi ABD'li olacaktı...

20 kişi iyi evlerde yaşayacaktı...

30 kişi okuma yazma bilecekti...

1'i ölmek üzere, 1'i doğmak üzere olacaktı...

1 kişi Bilgisayar sahibi olacaktı...

1 kişi... evet sadece 1 kişi Üniversite Mezunu olacaktı...

Şimdi şunları göz önünde bulundurun...

Bir savaş tehlikesi ile, işkence görmek ile, aç kalma korkusu ile karşı karşıya değilseniz 500 milyon insandan daha iyisiniz...

Tutuklanmaktan, işkence görmekten ya da öldürülmekten ibadethaneye gidebiliyorsanız 3 milyar kişiden daha şanslısınız...

Buzdolabınızda yiyeceğiniz, üzerinizde elbiseniz ve başınızı sokup uyuyabileceğiniz bir eviniz varsa dünyadaki insanların %75 inden daha zenginsiniz...

Bankada ve cüzdanınızda para varsa dünyanın en imtiyazlı %8'i arasındasınız...

Anneniz babanız sağ ise, siz dünyadaki nadir kişilerden birisiniz...

Siz eğer bu yazıyı buraya kadar okuyabiliyorsanız sevinin, çünkü dünyadaki okuma yazma bilmeyen 2 milyar insandan biri değilsiniz...


Hayat herşeye rağmen güzeldir, yaşamayı bilene...

Caner ÇELİK

Bu Yazıyı Paylaş:  Facebook Twitter Google+

Yapın Bir Asist

NTV Spor yazarı Sn. Barış GERÇEKER'e bir mail geliyor.. Mail Şırnak'tan, bir öğretmenden...

Sayın hocamız diyor ki ;

Türkler uçuyor sevindik, gururlandık ama burada, benim görev yaptığım köy okulumda çocuklar bırakın uçmayı zıplayamıyorlar bile...

Burası damsız evlerin diyarı. Köyün ve öğrencilerin durumunu anlatmak istemiyorum, aynı bilindik manzaralar. Çocukların spor adına yaptıkları, patlak topları, terlikleriyle okul bahçesinde futbol oynamak. Okulumuz, tahtamız, kitabımız var, biz de buradayız, kısacası eğitimde sorunumuz yok. Fakat biz Hidayet’in üçlüklerine, Semih’in bloklarına, Kerem’in asistlerine özendik, biz potaya, yani basketbola özendik. Demiyoruz ki bize parlak cilalı parkeli spor salonu yapın, bize 2 tane pota yapın yeter, çemberin filesini biz öreriz. Hadi, yapın bir asist biz de uçalım...

Okçu Köyü İlköğretim Okulu – İdil/Şırnak"
Bu Yazıyı Paylaş:  Facebook Twitter Google+

Hayatı Tersten Yaşamak

Can Yücel'den...

Yaşamın en tatsız tarafı sona eriş seklidir.. Şüphesiz ki yaşamı tersten yasamak daha güzel, hatta mükemmel olurdu.

Nasıl mı ?

Cami'de uyanıyorsunuz. Bir tahta sandık içersinde, Herkes karsınızda saf durmuş, iyiliğinize dua ediyor ve tüm haklar helal edilmiş vaziyette.tabuttan doğruluyorsunuz, yaşlı, Olgun ve ağırbaşlı olarak. Herkes etrafınızda, büyük bir İtibar, iltifatlar, çocuklar torunlar hepsi Hazır.arabanıza kurulup evinize gidiyorsunuz. Doğar doğmaz devlet size maaş bağlıyor, aylık veya üç ayda bir maaşınızı alıyorsunuz. Ne güzel, hazır maaş, hazır ev.... Altmışlı yaslara kadar hersek garanti, huzur içinde yaşıyorsunuz. Sağlığınız gittikçe düzeliyor, kaslar güçleniyor, kuvvetleniyorsunuz. Bir gün çalışmak istiyorsunuz ve ise ilk başladığınız gün size hoş geldin hediyesi olarak bir plaket ve altın kol saati veriyor patronunuz.. Ve genel müdürlük veya bunun gibi yüksek bir makamdan tecrübeli bir insan olarak ise başlıyorsunuz. Herkes karsınızda el pençe divan...vücudunuzda da bazı hoşa giden hareketler de başlıyor. Gittikçe zayıflıyor forma giriyorsunuz. Diğer hormonal aktiviteler artıyor, fevkalade.....aman ne güzel günler başlıyor... Derken bir gün patron size artık üniversiteye gitsen daha iyi olur diyor. Bu arada babanız ortaya çıkmış, "fazla çalıştın" diyor "artık eve dön, isi bırak, okumaya basla, harçlığın benden olsun..." keyfe bakar misiniz ? Okuduğunuz dersler gittikçe kolaylaşıyor. Ekmek elden, su gölden bir dönem başlıyor. Partiler, diskotekler, kızların sayısı artıyor. Derken Anne ve babanız sizi götürüp getirmeye başlıyor, araba kullanma derdi de yok artık.... Günün birinde sizi okuldan da alıyorlar, "evde otur, keyfine bak, oyuncaklarınla oyna" Diyorlar.. Mamanız ağzınıza veriliyor, zaman zaman altınızı bile Temizliyorlar, hatta bu durum alışkanlık yaratıyor ve hiç tuvalet kullanmamaya başlıyorsunuz. Derken anneniz bir gün size süt verme kararını alıyor ve başka bir keyifli dönem başlıyor. Mama artık her yerde, her an ve en taze şeklinde hazır. Bir gün karanlık ilik ve sıcak bir ortama giriyorsunuz. Beslenmek için ağzınızı açmaya dahi gerek yok, bir kordondan besleniyor, sıcacık, yumuşacık, gürültü ve patırtısız bir ortamda yasıyorsunuz. Küçülüyor, küçülüyor, ufacık bir hücre halini alıyorsunuz. ve günün birinde müthiş bir olayla hayatiniz bitiyor... 
.
Can YÜCEL
Büyük ustaya saygılarımızla...
Bu Yazıyı Paylaş:  Facebook Twitter Google+

Futbol Dostluk, Futbol Kardeşliktir..


Bolu'daki son günlerimizde bugün yine Bolulu Yarenlere misafir olduk. Boluspor - Altay maçını Bolu Atatürk Stadın maraton tribününde beraber izledik. Güne damga vuran güzellik ise Bolu-Altay dostluğuydu. Görmeye alışık olduğumuz deplasman eziyeti çekmedi bugün Altay taraftarları. Boluspor taraftarlarının güzel karşılaması ve karşılıklı dostluk tezahüratları futbol sahalarında çok az rastladığımız görüntülerdi...

Maçın en güzel anlarından biri de Bolulu Yarenler grubunun küçük maskotu Emirhan'ın Altay taraftarlarına yaptığı jestti. Emirhan, her maç olduğu gibi tüm stada üçlü çektirdi ve daha sonra Altay taratarlarına doğru gidip onlara da üçlü çektirerek dostluk adına güzel bir davranış sergiledi.. Maç boyunca iki takım taraftarları da birbirlerine kesinlikle küfürlü ve kötü tezahürat yapmadılar.. Aksine Bolulu Yarenler, Altay taraftarlarını "Hoşgeldiniz" tezahüratlarıyla karşılarken, "Allaha Emanet Olun Hayırlı Yolculuklar" tezahüratlarıyla Bolu'dan İzmir'e uğurladılar... Dostluk adına çok güzel bir misafirperverlik gösterdiler..

Dostluğun bu kadar güzel yaşandığı bu karşılaşmadan Boluspor 2-0 galip ayrılarak taraftarlarını sevindirdi. Bizi de bugün trübünlerinde misafir eden tüm "Bolulu Yarenler"e birkez daha teşekkür eder, kendilerine Süper Lige yükselme mücadelelerinde başarılar dilerim...

Caner ÇELİK
Bu Yazıyı Paylaş:  Facebook Twitter Google+

Haydi Çocuklar Tatile


İlkokul 1. sınıfta alfabe ile başlayan eğitim hayatımız üniversiteye kadar uzanır. Hepimizin öğrencilik anıları vardır geçmişe dair. Kimi zaman çekilen kopyalar, kimi zaman okulu kırmalar, kimi zaman ise kaynatılan dersler yer alır bu öğrencilik anılarında... Hele bir karne günü heyecanı vardır ki sormayın... Özellikle ilköğretim yıllarında farklı bir heyecandır karne günleri...

O gün öğretmenlerini kıyıda köşede yakalayan çocuklar "Örrttmenim karneleri ne zaman dağıtacaksınız" sorularıyla sürekli sıkıştırırlar "örrttmenlerini". Genelde geciken karneler öğrencilerin "Akdeniz Karadeniz Karneleri İsteriz" nidaları atmalarına yol açar. Bu cümle zaten bir gelenek olmuştur doğusundan batısına, kuzeyinden güneyine her öğrenci karnelerini bu cümleyle karşılar... Cicili bicili, kurdelalı karneler dağıtılır ve çocuklar koşa koşa evlerinin yollarını tutarlar karnelerini annelerine babalarına göstermek için. İlkokul yıllarının en sevimli anılarındandır bunlar...

Lisede durum biraz daha farklıdır. Kimileri için iple çekilen karne günleri, kimileri için ise "kara gün" niteliği taşımaktadır. Özellikle kötü karnelerin eve girmesi tam bir problemdir. İyi karneler televizyonun üstüne, vitrine ve evin en gösterişli köşelerine konulurken, kötü karneler ise 14 gün boyunca çıkmamacasına çekmecelerin en dibine gizlenir. Bazı evlerde ise istenmeyen olaylar yaşanabilir. Özellikle babaların uyguladığı şiddet, annelerin "Olsun ben güveniyorum çocuğuma 2. dönem hepsini düzeltir" cümleleriyle engellenme yoluna gidilir...

Herkesin geçmişine yönelik bir karne anısı vardır. Bir tane de benim var anlatayım izninizle... Lise Hazırlık sınıfındayız. karnelerimizi aldık. Tüm derslerin ingilizce olduğu o yılda ingilizce dersleri haricinde tek dersimiz Beden Eğitimi... Karnede ise sadece Beden eğitimi 5, diğerleri ise felaket durumda... Hergün minibüsle gittiğim evime yürüyerek gitmeyi tercih ettim (Sanki biraz geç gidince notlar düzelecekmiş gibi). Eve geldik herkes karne sorar. Dedim ki ne karnesi ya? Yok öyle bişey.. :) Tabi buna inanmalarını bekleyemezdim.. Gösterdim karneyi.. ve utanç içinde uzaklaştım oradan.. 2 hafta öyle zor geçti ki anlatamam ama evdekiler de hiç tepki yok.. Bazen tepkisizlik tepkiden daha çok koyar adama ki bana da öyle oldu.. İlk yarıyı 3-0 yenik durumda çıkan takımın soyunma odasında aldığı gaz ile 2. yarıya başlaması gibi 2. dönemde okulda bambaşka bir Caner vardı.. ve bu Caner 2.dönem karneyi tersine çevirerek (Beden Eğitimi sabit kaldı) kendine verdiği sözü tuttu.. :) Siz siz olun çocuklar bişeyleri düzeltmek için 2. dönemi beklemeyin.. Çünkü hayatta her zaman 2. dönemler olmayabilir ipleri sıkı tutun..

Bugün milyonlarca öğrenci karnelerini aldı. Şimdi önlerinde 2 haftalık kocaaa bir tatil var. Bu tatili doyasıya değerlendirin. iyice dinlenin.. İkinci döneme bomba gibi başlayın...

Hadi Herkese İyi Tatiller...

Yazan : Caner ÇELİK
Bu Yazıyı Paylaş:  Facebook Twitter Google+

Yaşamak..


Bir zamanlar, liseyi bitirip üniversiteye girmek için ölüyordum;
Sonra, ölüyordum üniversite bitsin, işe başlayayım diye...

Derken, evleneyim, çocuklarım olsun diye ölmeye başladım. 
Çocuklarım oldu, ölürüm onlar için diye düşünmeye başladım. 
Büyüsünler, iyi yetişsinler diye ölümüne çalıştım;
An geldi, ölürüm arkadaş emekli olmak için kendi kendime..
Şimdi, artık gerçekten ölüyorum
Ve birden farkına vardım ki,
Yaşamayı unutmuşum !!!
.
Ne olur sende kendine yapma bunu!
Yaşadığın her anın kıymetini bil,
Her günün keyfini çıkar.
.
Hey arkadaş,
Para kazanmak için sağlığımızdan oluyoruz,
Sonra da, sağlığımızı geri kazanmak için paramızdan oluyoruz.
Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarken,
Hiç yaşamamış gibi ölüyoruz!!! 
Bu Yazıyı Paylaş:  Facebook Twitter Google+

En Çok Okunanlar